10 Temmuz 2011

RUH MOLEKÜLÜ



Ruh Molekulu 12.04.2011 from okyanusum on Vimeo.



RUH MOLEKÜLÜNE DAİR



DÜŞ

Neydi bu?

Bir iç denize, alt bilincin fraktal arketip denizine düşmek?

İşlemciye yetkisiz müdahalemiz esnasında işlemcinin ekran koruyucuyu devreye sokması “auto protection”?

İmgeleme dokunmak? (Gaybın anahtarları neden şairlerin ellerindedir? Şairin içeri bakan bir üçüncü gözü mü vardır?)

Gaip yani bilinmez olan, yani en az gördüğümüz yani en az baktığımız tek yer kendi içimizdir de, gaybın tuğla ve çimentoları da zaten kendi bizzat kendi elimizle tedarik edilmiş değil midir? Sarmal… Sarmal… Sarmal değil midir eylem?
Bir yapı taşı koy -bir an yaşa mesela. At heybene kendi iç uzayında yani gaybında yerini bulsun. O gayba bakarken yeni bir yapı taşı koysun bu yeni sen. Bir diğeri, bir diğeri daha derken… Tam bunu düşündüğümüz anın arketip havuzundaki yansıması da bir DNA sarmalı olsun mesela. Olmaz mı? Neden olmasın? Herkesin düşsel renkleri kendine…

Neydi bu?
Realiteyi içeri çekerken bir filtreden geçirmek, yani en güzel olana yani düşsele evirmek mi?
Bütün edinim ve edimlerimizi en içerde nasıl içselleştirdiğimizi ve/veya legalize ettiğimizi anlamlandırmak mı? Boyamak, süslemek, bezemek mi atalarımızdan elimize bulaşan kanı?




REALİTE


Fakat ya şu DMT adındaki sözüm ona Ruh Molekülü “dreamy magnificient tours” adında bir kitlesel uyuşturucudan ibaretse? Ya en modern dinimiz kişisel gelişim ise? Ve yeni imamlarımız OSHKRİSHVEDIJEFF isimli kutsal sentez kitabını binlerce kere kaleme alan, bir daha bir daha bir daha yorumlayan hatta bir süre sonra bazı ayetleri kendilerinin sanan sevgili iyi niyetli kişisel gelişim uzmanlarımızsa?

40 yıllık realiteyi 20 yıllık düş-yaşama; 20 yıllık düş-yaşamı 40 yıllık realiteye mayalasaydı insanlık, hani yani mesela küçük bir tersinmeyle 40 yılımız düşlerde, 20 yılımız realitede geçse, değil bu anda elimin altındaki klavyeyi, tekerleği bile icat edebilir miydi insanlık? İşte bir paradoks daha: Bu kadar teknoloji olmasa o kadar renkli düş görme şansımız olabilir miydi? Taş devrindeki insan şu malum nöro-kimyasallardan günde üç öğün tüketseydi mesela, Nazım’ın imgeleminden makineleşmek üzerine bir şiir çıkabilir miydi söz gelimi? Dahası hem düşten hem de realiteden olmaz mıydık büsbütün? (Malum, sütlü kahve artık ne süttür ne de kahve.)

Ya da, kafası çalışan ve okumaya-yorumlamaya-sorgulamaya üşenmeyen azınlık için böylesi açılımlar “Pardon kardeş, sizin ütopyanız beyninizin içinde bir yerlerde, TOPLUMSAL BİR VARLIK OLARAK BİREYİN SORUMLULUĞU SALONUnu geçin EMPERYAL locasının hemen yanındaki EGO morgunda. Sömürü sistemleriyle değil sizin sorununuz, adresin yerini tespitte. Ben demiyorum yahu, bilim diyor. Efendim ne dediniz? Yandaş akademia mı? Ah ne büyük paranoya… Hadi girin kendinizden içeri. Lütfen bu döviz, pankart, manifesto, protesto ve hayır’larınızı da yanınıza alınız” değil midir?

Bu “öze dön öze dön öze dön” çağrısının altında “orda kal orda kal orda kal orda kal” subliminal kodu da yer almakta değil midir?
İnsanı bir bitkiden veya bir hayvandan ayıran tek özelliği olan bilinç kifayetsiz kalınca don lastiği gibi içe mi kaçmaktadır?
...


Kabaca videonun semiyotik kurgusuna da bakalım isterseniz:

Görseli dört eşit parçaya ayırdığımızda:

a) İlgi çekici ve bilimsel bir giriş. Doğa motifleri doğa sesleri ve görsel bir şölenle çekici kılış (akıl işi). Masum ve ilkel ve az gelişmiş ve cahil halkın alışkanlığı olan bir içeceğin süper kriptonite dönüştürülüşü.

b) Tepki ve merak uyandıracak bir nöro-kimyasal madde analizi. Yaratılan “İyi ama uyuşturucuları legalize ediyorsunuz kardeşiiim” öfke tünelinden içeri sızış, mantık zeminine oturtuş, binlerce yıllık doğruyu sarsıp üzerine yeni doğruyu (!), inşa ediş yani “yükleme”. Hepsi ak saçlı, yaşını başını almış ve saygın görünümlü- henüz araştırmadım ama akademik birer unvanla etiketlenmiş- insanların ağzından çıkan koca koca laflarla tabii. (Tiplerin fiziki görünüş ve beden dili analizi apayrı bir tartışma konusu zaten.)

c) İç-iç-iç-iç-iç….ve bu içeriyi allayıp pullayıp bayram şekerine dönüştürüş. Fraktal illüzyonların hipnotik etkileriyle kurulan bina destek kirişleri.


d) Tanrı, üstün yaratıcı, tanrı, tanrı, tanrı…. Ve en büyük bomba “toplumun iyiliği için bu otlardan faydalanmak.” (Eyvah içimize barış getirecek birileri!!!!)
Sonunda da insan sağlığı için kullanılması gibi yüce ve bilimsel bir bitiş. Yesinler sizin sandviçinizi :)


Biz dinden girip bilimden çıkmak için binlerce yılımızı harcamıştık, elin oğlu bilimden çıkıp dine girmeyi 73 dakikalık (evet numerolojik olarak Babil'den girip Pisagor'dan çıkabiliriz ama mesele bu mudur?) bir videoyla başardı. Tabii bunu bilimin olanaklarıyla yapıyor olması çelişkisine değinmek tu kaka.




Sevgili -tek tornadan çıkmışçasına tutarlı- kişisel gelişim uzmanları,

İnsanları dünyada olup bitenlere duyarsız birer “köküne dolaşan sarmaşık” ya da daha amiyane tabirle “omurgaya yürüyen dönmüş kıl yumağı”na çevirdiğinizin farkına varmanız için özünüze mi yoksa pencereden dışarı mı bakmalısınız sizce?

Bu videoda kaç kez “iç ve kendi” sözcüğü geçtiğine dikkat ettiniz mi? (Dünya-barış-sevgi sözcüklerini günde sadece 1 kez ve sadece fısıltıyla yinelesek ihtimal daha insancıl bir çıktımız olurdu.) Sözde kodlar-üstü düşündüğümüzü sanırken kodlanmış olabilir miyiz?

Bu bütün holografik heyulayı gördüğü anda bütün dinsel öğretilerin çöktüğünü fark edip Marx’ın elini öpmesi gerekirken, Tanrı’ya ya da adı her ne ise üst bir varlığa inandığı çıkarımı yapan sözde bilim insanlarından bahsetmeyeceğim bile.

Ama siz yine çok haklısınız elbette. Bu benimki de ne yetersiz bir durum, meditasyona uygunsuz uyanık bir zihnim var heyhaaaat. Üstelik feci halde isyankâr. Ah bunu bile “bu dünyayı yemiş bitirmiş, Nirvana’ya ermiş” ses tonunuzla söylüyorsunuz ya, yerim ben sizi. Neyse nasılsa beni içerde bir yerlerde pembe gök kuşaklarında affedersiniz. Bense sizi affedebileceğimi sanmıyorum.

Orda bir yerlerde bir çocuğun organlarını çalıyor biri.
Haydi içimize dönelim.
Ama ölüyor çocuk!
Bu acıyla baş etmek ne zor şey. Hadi içeri..
İnsanlar diğer insanlar tarafından katlediliyor.
Canım abartmaaa, dön içine
Edilgenleştikçe teslim ediyoruz insanlığımızı karanlıklara
Adam sen deee var nasılsa bir başka realite
Hem sana çok yakında tam içinde
Ve hem de inanmiicaksın free wareeeee.




Evet işte aynen öyle… Free veriyoruz adamlığımızı…
...

İçimde ve içlerinizde dönendim durdum hiç yunak görmedim ben.
Ama dışarısı sunaktan geçilmiyor güzel kardeşim…

Kaçılacak en karanlık yer bu bütün cinayetleri işleyen insanlığa dair ortak paydanın durduğu tek yer: İçerin.

Ve inan bana senin fraktal kendini kandırışların otamıyor dünyanın yarasını.


Demem o ki;

1. Sarhoşken devrim, uçarken evrim olmaz.

2. Düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar.

3. Nerde yedinse orda yelleneceksin.
(Aramıza hoş geldiniz efendim o dediğim yer tam olarak realite.)

4. Çık dışarı insanların korkularından ve boşluklarından ekmek yapmayı bırak.

Kuşlarla konuş, çiçek ek, bir şey üret, salt kendini değil bütün insanlığı sev, hiç olmadığın kadar uyanık ol, gözlerini aç, katilini gör ve atalarının sana bıraktığı şeyi koru:

Kalan insanlığını.


Şimdi,

Sarmal döngünün sürekliliği adına yeniden


DÜŞ

Dön içine bak bu satırlardan sende kalana.
Ama çok da kalma orda aziz kardeşim. Sana ihtiyacımız var dışarıda.






Dipnot:
Yer yer kabalaştım haklısınız. Öfke tünellerine ihtiyacı olan sadece modern imamlardır mı sanmıştınız?




Betül AKDAĞ

2 yorum:

  1. Alkış size esaslı abla

    YanıtlaSil
  2. Giydirmişsin yine kişisel gelişimcilere. Çok da iyi olmuş, çok da güzel olmuş. :))

    Matilda

    YanıtlaSil

İlginiz özeldi. Teşekkür ederim.