08 Ağustos 2009

KABUSLAMA



_______________________________________Elâ'ya

Kendi sesinin elinden tutup da giderken, vardığın yerin bir başkasının kâbusu olduğunu farkettiğinde, rüzgâr daha çok uğulduyor kulaklarında. Denedim.

Büyük büyük laflar eden minnacık adamlar ülkesinde kendinden başka gidecek yerin yok ve sen de başkasının kâbusunda kendini düş sanan bir faniden başka bir şey değilsin. (Aslında im)

Sen, yer ve kâbus...
Ben, sin ve kuyu
Ruh, sal ve suyu
Saç, ma ve lama

Belki de şiir bundan ibaret birşeydir ne dersin?

Aslında kırmızı bir gömütlükten yükselir ve geçersin bir tünelden. (Cesaretin, tünellerin ve diğer hiçbirşeyin önemi yoktur.) Ruhunu salıverirsin bu dangalak suya ve alabildiğine saçmalarsın.

Bar bar bağırırsın sonra bar barbar
Kurşunlar kulağına, sen çeliğe suya har

(bundan sonrası şuurla kirletildi.)
...

Sessizlik öyle faşisttir ki, kağıdın hışırtısına, kalemin sürtünme sesine, beynin stoplazmik uğultusuna bile tahammülü yoktur... Üstelik yaşam kitabında adı yazmayanlar ateşe atılacak(tır) biliyor musun?
Peki ya ateşten gelenler?

Beni bir rüyada yaktılar idi.
Şiiri camlara bastılar idi..
O ağaca başım değmez sanırdım
Bir tahta çarmıha astılar idi..

Bazen bütün seslerin üzerine bir çizik atıyorum. Yüksek seslerin, bilgiç seslerin, yalancı seslerin, eski püskü seslerin, çoklu seslerin, "ya bizi nerende sınayacaksın" diye soran seslerin... Estirikli bir kehanet gibi davet ediyorum kendimi bu şölene. Perdelerim sonuna kadar kapalı sessizliği dinliyorum. Doğrusu ancak o zaman anlayabilirim ırzına geçilmiş sözcüklerin aslında ne demek istediğini. Sözcelerin ucunu bucağını düşünmektense, anlarım kendime seslendiğimde ne demek istediğimi...

şimdi ela ve hareli sus vakitleri...
aynı rüzgâr dağıttı saçlarımızı dağıtmaya ama
şimşir nerde, usta nerde, hâl nerde.?

Anlıyorsun değil mi?



.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlginiz özeldi. Teşekkür ederim.