
bıraktı gölgeleri ellerinden
oturup zamanın gözüne baktı
gecenin sağrısından çekip alırken sesi
katlandı, düğümlendi, parçalandı
uzak evlerde sönen lambalar gördü bunu
tozlanmış yağmurlar
turnalar gördü
parçalayıp bütünledi kendini
küften ve pastan ibaret bir şey -ler içti
eskinin sekilerinden koparırken derini
yıllandı, yarımlandı, hırpalandı
sandığınızda naftalin kokusu gördü bunu
salonda dikilip duran hiç kimse gördü
derken kırıldı ışıklar kâğıdın sahanına
uzak bir olmak boğdu yalnayak umutları
kısa çöpler kırarken servileri
ateşin kehanetini çınladı hece
ve hem nasıl uluorta
ve hem kaç kere
gölgesi yedi boğumlu hiç gördü bunu
bir gölge, bir kuyu, bir kanat gördü
anlatılamaz kuzguni saydamdı gece
hani bilmese insan yoktanlığını
bu rahmin karanlığıyım sanırdı
kurardı zembereğini çarpan kapıya
iner giderdi şiddetin bağrına
fakat düştü, oysa boyandı kana
kutsanmış dönendi durdu boşluğa
sislere karışmış korku gözlerle
titreyen camlara sonrayı yazdı
incitilmiş bir tanrının rüyası gördü bunu
inceltilmiş bir riyanın tanrısı
har varmış har yokmuş yanarken için
külün sancısını başkası gördü.
Betül Akdağ
külün sancısını (b)aşkAsı gördü...
YanıtlaSilbu kalemi seviyorum.
O