
“bilinmesin belki de hiçbir zaman anlayamayacağım…” dedi kadın
“ anlasan yok olacağım, anlamasan perişan” diye yanıtladı duman.
Kuytusundan alevlerin, artık olsa olsa cılız bir güney rüzgârı çıkar. Savrulur külünden, vurur kendini dalgalara. Sonra kendi kömüründen elmaslara durur Anima Sola.
Dokunulmaz ki bilinmesin “belki de hiç yürünmüş patikalar kadar dingindir ölüm”.
“Siz” diyorsunuz ya, aslında sahiden hiç kimse olmanın geniş ufuklarında, bilinmezin-olunmazın-görülmezin-gidilmezin sonsuz çayırlarında serin bir dokunuştan başka bir şey değil varlıklarımız.
Belli ki üretilmeden çok önce tüketilmiştik.
Kuyunun kıyılarında büyümedik mi demin? Yoksa sizde mi görmediniz dumanın genlerini?
Lütfiye Teyze kimyon rengi pazen bir elbise giyer bilmezsiniz. Hep gülümser, küllü kumral saçlarını okşayası gelir insanın. Lütfiye Teyze menekşe yaprağı kadar narindir bilmezsiniz. Azcık ağlasa mesela, güneş düşse gözlerine yok olur gider...
Ancak bir kadın gözlerinde güneşi söndürebilir bilmezsiniz.
Özgürlük diye yanıp tutuşmak yalan. Gider, yanar ve özgür küllerini savurur rüzgâra isterse insan...
Siz benim parça pinçik cümlelerimden (h)içten fazla şey bilmedinizse hiçim.
İşte o hiçten fazlası sizin.
Yol dediğiniz zamandır herşeyden azade... Biz boynumuzu eğeriz. Gözlerimizde güneşler yıkanır herhangi bir sabah. Yol zamandır kendi dumanını savurur, bizden biliriz.
Birisi çıkagelsin, Akdeniz öğlesini – ama ağustosmuş gibi- resmetsin, bütün hayatı uykuda geçirebilirim. Bir öğle sıcağının içine ne çok şey sığar bilseniz.
Ben ki hiçbir şey bilmediğimi bile tam olarak biliyor değilim.
Ne yersiz dilekler bu içimizden geçenler. Tanrı olsam, hiç değilse benden bir nehir roman çıkmayacağını bilirdim.
***
Vaha dediğiniz bir okyanus indisi. Şüphe götürmez bir şeydir bu dediğim. Emin olunuz. Rüyamda gördüm çünkü. Eski bir şahidim bile var. Sizin vaha dediğiniz, sesinizin kaynacı, insan yiyen bir tür çiçeğin yetişebildiği tek yer. Çok tanıdık değil mi? Bakın şüphe bile etmediniz.
Hayat şarkıdan ibaret. Sahiden seviyorsa yaşamı, kekeme olduğunu bile unutabilir insan şarkı söylerken. Veya en acı çığlığı bile yer bulabilir bir aryada...
Evirip çevirmeden inanmanız gereken bir şey daha: Ben cesedinden kurtulmaya çalışan biriydim. Safraydım, saburaydım, yağmur bulutlarından bile fazla ağırdım kendime. Ta ki bir sabah gecenin hâlâ çiçek koktuğunu fark edinceye kadar.
Bir daha asla sesime değmeyecek seslerde bıraktım inanmayı. İnanmadan yaşamanın daha hafif ve pembe bir şey olduğunu fark ettim. Bu stoplazmanın içinde evrilip duran kaç kişiysek artık, aynı sözleri tavaf ede ede cılkını çıkardığımızı da.
Kimsenin bilmediği sözcüklerim var. Kimsenin dokunmadığı. Demek ki ben uydurmayı, içini doldurmayı ve inanmayı seven biriyim. Hayatı sevmek gibi... Leylak kokuları akasya kokularına karıştığı gün anladım benden bir nehir roman çıkmayacağını. Tanrı tarafımdan uyandığım bir sabahtı muhtemelen.
neyse...
hiç kimsenin dokunmadığı sözcükler uydurmanın sevinciyle...
B.A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İlginiz özeldi. Teşekkür ederim.