07 Ocak 2012

Bu bir günlük değildir-8

Yüzü olmayan şeylere daha çok inanır olduk diyemem. Zannederim hep öyleydik.
Gözlerimizden fazla inandık görmediklerimize. Görmeyince daha büyük anlamlar atfedebilirdik. Öyle ya, gördüğümüz her ne varsa, bilgimizin gör dediğiydi. Çerçeve, bilincimizden ibaretse, şeyler ne kadar inanılır olabilirdi ki? Bildiği kadar görmek, gördüğü kadar bilmekle eş değer değil miydi?

Günlerden bir gün keşfettim göz kapaklarıma resmedilen -insan eliyle etiketlenmemiş- şeyleri. Neden sonra hiç bir dile ait olmayan sözlere dönüştüler. Mırıltı değildiler. Fısıltı değildiler. Bir kez bile bağırdıklarını duymadım. Asıl harika olan şu ki tek bir kavram bile yaratılmış değil bu bahse dair. Ne iyi, ne hakiki.

...

Güneşten daha kahraman olabilir mi gökyüzü? Orada ve öylece olmak marifet midir? Güneş, ışığından mahrum kalmasın diye pervane olup dururken; gökyüzünün bu kayıtsız duruşunda bilmediğimiz bir şey olmalı. Gecelerin bileceği hal değil. Gün ışığı altında yeniden bakmalı.
Hiç mi hiç acelemiz yok ama. Telaşı -torbamızdan düşen birer buğday tanesi gibi- kaybettik büyürken.İstemeyi ve masumiyeti de.

Bir keresinde bir ağacın dallarını var gücümle sallamıştım. Çocuktum. Niyetim sadece bir tanecik erik almaktı. Bütün yapraklar döküldü toprağa. Ağaç sallandı sallandı durdu. Kollarım salladı salladı durdu. Şaşırdım kollarıma.

Erik mi? Bilmem.
Yaprakları sayarken, ağacı neden salladığımı çoktan unutmuştum ben.


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlginiz özeldi. Teşekkür ederim.